8 Ocak 2016 Cuma

Felek




Gönlümdekilerin hasreti sıkıştırmaya basladı Yaralı yüreğimi Belki bir kaç dakika Belki bir kaç soluk sonra Yağlı imlek olup sıkacak boğazımı Yada soğuk bir bıçak olup parçalayacak naciz bedenimi Gönlümdekilerin hasreti Bir kac adım sonra yığılıp kalmazsam Bir köşe başında yahut ağaç dibinde Şansım el verirse Bir kaç adımdan bir kaç soluktan Uzun olursa vadem Ve yavru kedi nefesinde ısına bilirsem Soğuk Ankara sokaklarında Bir kimsesizin sessiz çığlıklarına Yürek kabarta bilirsem Belki Gönlümünün hasret türküleri yerini Vuslat panayırlarına bırakır Ne dersin Belki bir günlük değil ama Bir kaç dakikalık Yüzüme olmasa da Gòybetimden bana da gülümser Felek

KARAÇOCUK

31 Aralık 2015 Perşembe

Yılbaşı Nedir? Yılbaşı Kutlanmalı mıdır?




YILBAŞI Yeni yılı karşılamaya ne az kaldı demi? Saatin tiktakları sona doğru süratle hücum ediyor. Hindiler, çam ağaçları ve olmazsa olmazımız kırmızı donlar. Giyinip kuşanıp hep beraber bir pagan inancını daha kutlayacağız. Sabırsızlık dorukta az kaldı az… İnsanlarımız… gülsün, eğlensin, kendinden geçip çam ağaçları kessin, kumarlarla ocaklar sönsün, bünyelerimiz ve zihnimiz zehirlendikçe biz ve dünyamız güzelleşsin. Nasılsa biz içince güzelleşen bir milletiz! İçelim güzelleşelim! Evet, daha çok içip daha çok yozlaşalım. Yozlaştıkça daha çok onlara benzeyelim belki o zaman bizi kapıdan içeri alır ve baş tacı ederler. Nede olsa biz taklitçiliğin en zirvesindeyiz Batı’dan daha çok batılıyız ve bu konuda kimse elimize su dökemez. Felekten bir gece bu; çalın ne kadar çalabilirseniz siz çaldıkça, kimliğimiz kaybolsun, bizi benliğimizden koparsınlar, çok değil yılbaşı ertesi muhasır devletler seviyesine çıkarız. Bizim kuşağın zihnini gece tam 12 de çıkan dansözle yozlaştıran medyamız, şimdiki kuşaklara daha merhametsiz; işi bir dini bayram havasında kutlayarak bu sapkın âdeti adeta kutsallaştırıp gelecek nesle yozlaşmayı miras bırakmak için kendini yırta dursun. Milli piyango kuyruklarında zengin olmak için çırpınan büyükler çoluk çocuktan bihaber yılbaşı ertesi alacakları havuzlu villaların hayali ile pembe düşlere doludizgin ilerlesin. taksim deki tek ağaç için ortalığı karıştırıp yılbaşı için kesilen o kadar çamın hesabını mahşere bırakalım, kurban bayramında hayvan katliamı nutukları yılbaşı günü hindilerin semtine dahi uğramasın. Vur patlasın çal oynasın kadehler yerlere dağılsın Taksim Meydanı dolsun taşsın. Memleketin polisleri soğukta ayazda sapık avına çıksın. Amaaan sabahlar olmasın ki, Batı dünyası kardeşi kardeşe daha çok düşürsün dünyanın çivisini sökercesine cinayetler planlasın, savaşlar çıkarsın, ürettiği silahları pazarlayıp sonrasında Deli Dumrul misali Dünya jandarmalığına soyunsun. Garip Müslümanlar sefillik içinde kan içinde kalsın. Bizse onların bo… Bile keramet arayıp bulup daha çok onların hurafelerini yaşatmak için çırpınalım. Noel veya yılbaşı adı ne olursa olsun. Tüm batı ve halkımız o gün pagan Roma’nın mitra bayramını kutlayacaklardır. Üstelik Papa “ bizde biliyoruz İsa’nın doğum günü olmadığını ama gelenek olmuş değiştiremeyiz”. Dese de bizim insanlarımız halen daha Alanyalı Nicola’yı kuzey kutbundan ren geyikleriyle onlara getireceği hediyeleri bekleye dursun. fakaaaaat uslu bir çocuk olma kaydını da unutmayalım. Yüce Rabbimiz, Kur’anda, “Dinlerini uymadıkça Yahudiler de, Hristiyanlar da asla senden razı olmayacaklardır. De ki : Doğru yol, ancak Allah’ın yoludur…”(Bakara Sûresi, Âyet:120 Turgay Adlım

29 Aralık 2015 Salı

Düşmanda olsak bir çocuğu babasız bırakamam...






Eller silah değil, kalem tutmalı. Çok istememe rağmen izlemekte geç kaldığım bir filmde geçen bir cümle. Okumak isteyip okuyamadığım bir kitaptan uyarlanmış 80'ler dönemini konu alan bir eser. İşin siyasi kısmı A görüşü veya B görüş ile alskalı değil konum. Beni alakadar eden kısım öncelikle aradan geçen 30 yıla rağmen ders alamamış olmamız. Eserde şair ve yazar olan kahramanımızın bir yazısının son cümlesi" Eller silah değil, kalem tutmalı." 30 yıl evveli için kullanılmış bir yakarış. Can kayıpları, hürriyet mahrumiyetleri, iskencelerde çürüyen ömürler , parça pinçik edilen onurlar yani kisacasi kaybın fatura büyük... Alınan ders yok.... Aradan onlarca yıl geçmesine rağmen ellerin kalemi,kitabı ,defteri daha sıkı tutması gerektigi eğitim yuvalarında eller kaleme hasret... Yazık mı? Ey insaf mı? Ey Hak mı? Başka bir sahne, başka bir hüzün ,baska bir dram... Bir başka kahramanın evinden çıkmadan evvel eşine veda cümleleri kurmasından sonra eşi telasla soruyor; ne oluyor, bu cümeller neden, nereye gidiyorsun? Cevap otuz yıl öncesine değil günümüze daha uygun sanki. "Belki k.... bir kurşun, belki soğuk bir bıçak........" diye başlıyor. Ne zor değil mi evladını, eşini , aileni, sevdiklerini son defa görüyor gibi vedalaşmak her ayrılışta. Şimdi ölüm ne zaman gelecek bilen var mı ? Her defasında böyle değil mi ? Uyuyup uyanamama ihtimalimiz varken yani uyku bile ayırmaya yetiyorken sevdiklerimizden bizi normal olanda bu değil mi? Sevdiklerimize sonndefa görüyormuş gibi davranmak. Öyle davranmalıyız veda ne zaman yazılmış bilinmez. Yazılmışsa anlina insanin vakitsiz veda türküsü ha bugün ha yarin ne zaman gelirse erken ne zaman gelirse vakitsiz. Buna itirazımız yok ama k... Kurşunlar , soğuk bıçaklar , kasıtlar bizim itirazımız... Ellerin kaleme hasret kaldığı mekanlarda k... kursunlara , soğuk bıçaklara nice bedenler boyun bükmedi mi bükmeye devam etmiyor mu? Son sahneleri yaklasiyor eserin. Vakitaiz veda türküsünün vaktini bekleme esareti gözler önüne seriliyor.Daha önce babasını soran oğluna kurduğu cümleyi şimdi abisini soran küçük kızına tekrarlayan ana sahne de derki kızına;" Abin babanın yanına gitti. Bir daha gelmeyecek , vakti geldiğinde biz onların yanına gideceğiz." Evet emribaki vuku bulduğunda biz bizden önce gidenlerin yanina gideceğiz. özleyip göremediklerimizin, konuşup duyamadıklarımızın yanına gideceğiz. Ulu Tanrı bize özlediklerimizin yanına özlediklerimizin yüzune bakabilecek onurla gitmeyi nasip etsin. Son kelimelerde eserden damlayacak kağıdıma. Kahramanlarımızdan biri arkadaşını öldüren birisinden intikam alma duygusuna kapılır. Bir akşam intikam hırsı ile düsmanının evinin önünde beklemekte. Düsman gördüğü kişi evine gireceğı sırada belinden çıkardığı soğuk çelikten ölüm icadını düşmanına yönetir. Tam soğuk çelikten ölüm kusturacağı sırada bir kız çocuğu hedefteki kişinin boynuna sarılıp baba seni çok ozledim diye haykırır. Soğuk çelikten ölüm çıkmaz. Neden ölürmediği sorulunca kahramanımızin cevabı kulaklara küpe olası. "Düşmanda olsak bir çocuğu babasız bırakamam..."


KARAÇOCUK

28 Aralık 2015 Pazartesi

Narsizm nedir?




Narsizm:
Kişinin kendisine tapması, kabaca tabirle kişinin kendisine aşık olması olarak tanımlanan bir terimdir. Dini açıdan enaniyet diye ifade edilen bu davranış en büyük yedi ölümcül günahlardan biridir. Hatta ayette sabit olduğu üzere asla cennete giremeyecek kişilerin en başında yer alır. Bu kişi orucunu tutsa secdeye kapansa bile secdesinde biraz benlik, biraz kibir, biraz kendini büyük güç sahibi zannetme gibi duygulardan kendisini soyutlayamacağı için ibadet ettiği mabuduna meydan okuma, onunla güç yarıştırma duygusunu içinde yok edemeyecektir.
Freud Narsisizmi ‘Dış dünyadan soyutlanan cinsel enerjinin egoya yani bene yönlendirmesi şeklinde açıklamış. Yani cinsel enerji ve dürtülerin büyük bir depoda toplanır gibi egoda toplanıp daha sonra nesnelere yönlendirilmesi eğer yönlendirilecek nesne bulunamazsa bir bumerang gibi aynı dürtüler geri dönerek "ben"in kendisi haline dönüşmesi olarak açıklıyor. Freud , bunu da cinsellikle açıklamış.
Tanımdan da anlayacağınız üzere bu bir hastalık; fakata megalomani ile karıştırmamak lazım. narsistler kendilerinin başkalarından üstün olduğuna inanırlar, megalomanlar ise üstün olmadıklarının bilincinde; başkalarını indirgeme aşağı çekme gayretinde olanlardır.
Aslında çıbanın başı yunan mitolojisindeki Narkissos denen adamdır.Narkissos çok yakışıklı bir avcıdır. Ekho adlı güzel peri kızı Narkissos'a aşık olur. Fakat Narkissos aşkına karşılık vermeyince kendi içine kapanarak acısından ölür. tanrılar bu yüzden Narkissos'u cezalandırmaya karar verir. Narkissos ava çıktığı bir gün su içmek için nehire eğildiğinde sudaki yansımasını görünce büyülenir. Gördüğü vücut ve yüzün güzelliğinden kendisini alamaz. Kendine aşık olur. O da Ekho gibi günden güne erir. Yemez içemez dış dünyadan soyutlanır. Sadece kendini izler ve olduğu yerde ölür gider. Nergis çiçeğine dönüşür.
Bilindik yunan efsanesi, her açıdan saçma olsa da için büyük bir gerçeği barındırdığı da yadsınamaz. Hepimizin içinde aynanın karşısına geçip ayna ayna söyle bana var mı benden daha güzeli ?demek geçiyordur. Bunu sadece içimizden diyorsak bu o kadarda abartılacak bişe olmamalı. Fakat o aynada gördüğümüz yüzde gelmiş geçmiş bütün kahramanların asaletlerinden bir parça taşıdığına inanıyorsak, türümüzün en güzeli örneği olduğumuza,asla reddedilemeyeceğimize, en iyi rol yapan en iyi havada uçan en iyi karada kaçan en iyi sı.. yada en iyi sakız çiğneyen, bulunmaz bir hazine olduğumuzu, bedenimizin mumyalanıp saklanması gerektiğini ,bastığımız toprakların milli park ilan edilmesi gerektiğini ,gücümüzün sonsuz ve erişilmez olduğunu düşünüyorsak işte biz narsist kişilik hastalığına yakalanmışız demektir.
Bazılarımız bunun farkında bile değildir.Sanal sosyal ortamlarda sıkça gördüğümüz kendi iletisini beğenen kişiler aslında tipik bir narsistirler. Sık sık kendi resimlerini paylaşırlar. Devamlı denetlerler kaç like aldı, kaç kişi beğendi. Eğer bunları yapan bir kızsa o sıra oradan geçen bir abazanın iltifat yağmuruna tutulduysa hiç mütevazi davranmaz "ayy evet öyleyim wink ifade simgesi aynennn burda çok tatlıyım kiiii", "ellerim çok güzeeeeeel", "dudaklarım ne tatlı burdaa" şeklinde yazılar yazar. Bunlar olurken kendisini dev aynasında görüp fizikselliğin ötesinde karakterinin diğer insanlardan ustun olduğunu düşünür. Ve müthiş derece ilgi manyağıdırlar. Çevrenizde böyle birisi varsa en yakın doktora insaniyet namına kavuşturmanız gereklidir. ciddi derecede psikolojik desteğe ihtiyaçları vardır.
Gerçi tedavisi en zor olan hastalıktır. Çünkü narsisti kişi, kendisinde bir rahatsızlık olduğunu düşünmez. O kendisinin anlaşılmadığını zanneder. Tedaviyi kabul etse dahi kendisini tedavi edecek doktordan bile kendisini üstün sayacaktır.
Turgay Adlım.

21 Aralık 2015 Pazartesi

657: Bugün git dün gel





657: Bugün git dün gel Bozuk saat bile günde 2 kez doğruyu gösterir demiş eskiler. AKP’de kırk yılda bir faydalı bir şey yapmaya kalkıştı. 657’yi kaldırmaya karar verdi.
Bence inşallah kaldırır da çünkü 657 demek bugün git yarın gel deme rahatlığını gösteren devlet memurlarının kutsal kitabının ilk maddesi demektir. Vatandaşın ödediği vergiyle maaşla memurun vatandaşın işini yaparken (yani patronuna çalışırken) nazlanmasına müsaade eden bir yasa.
Lise başladığım yıllarda annemden çok duyduğum laftı “aman oğlum devlete kapağı atında; çöpçü olun” üniversiteye kayıt olurken de işittim yine aynı şeyleri. Ama benim hiçbir zaman devlet memuru olmak gibi bir derdim olmadı. Ben gelemem öyle rutin bir hayata bana göre değil… ama bu rutin hayatı tercih edip devlet memuru olanlara bir koltuk bir makam verildi mi o zaman küçük dağları ben yarattım gibi bir havaya bürünüyorlar. Bir atasözü vardır, “Çingeneye beylik vermişler tutmuş babasını asmış” diye aynı o muhabbet…
En kıl olduğum ve hep kaçtığım şey bir devlet dairesinde iş görmektir. Nüfus cüzdanını yenilemeye gitmek benim için işkence… Fotoğrafımı ve yüzümü gören devlet memurunun eniştemin soyadına kadar sorması beni fitil ediyor. Hele hele adliyeye yolum düşerse öldüm bittim o günden kimse iş beklemesin. Memura laf anlatana kadar hayat hikayemin yarısını özet geçmem gerekiyor.
O yüzden bu 657’nin kaldırılıp performans sisteminin getirilmesi en doğrusu! Ayrıca bu sadece bizde geçerli bir kuralda değil. Avrupa ve ABD gibi birçok ülkede performans sistemi uygulanıyor. Tabi bu sistemlerinde kendi içinde sıkıntıları mevcut. Ama Türkiye’ye getirilecek kanunda bu eksiklerin giderileceği ümidiyle mutluyum.
Kısa bir örnek anlatayım size en son SGK’ya yolum düştüğünde öğrendim ki ben Genel Sağlık Sigortası kapsamına alınmışım. Halbuki öğrenci olduğum için ailemin SSK’sında faydalanıyordum. SGK binasının içinde 3 katı 4 tur dolaşmama rağmen her iki sigortadan da yararlanamadan kapıdan dışarı çıktım. Ahmet’e soruyorum o işle Mehmet ilgileniyor diyor Mehmet’e soruyorum o işe Ahmet bakıyor diyor. Bizde bir laf vardır; “Hasan hasan kel hasan söyle söyle sen usan” diye… aynen o fasıl dert anlatmaktan usandığım için artık kamu binalarının içine girmemeyi tercih ediyorum.
Hiç içimden gelmese de buradan söylüyorum eğer bu kanun çıkarsa gidip AKP il Başkanını tebrik edeceğim.

Kerim Hamitoğlu

18 Aralık 2015 Cuma

Baba kartalın hikayesi



Baba kartalın hikayesi: Baba kartal son günlerde yüksek tepeler üstüne kurduğu yuvasından ayrılamaz hale gelmişti. Göklerde hakimiyetini ilan edercesine bir ömür sürmüştü. Koca kırk yıl... Artık pençeleri sertleşmiş esnekliğini yitirmiş , gagası uzunlaşmış,tüyleri kart ve kalın hale gelmişti. Dünyada yaşayan her canlı için o mutlak sona ağır aksak ilerliyordu. Bazı günler gökyüzünde özgür ve umarsız uçuşan kuşları görürdü ,o anlarda içi derinden bir heyecanla dolar ,gerçek bir kartalın ihtişamlı geçişini onlara göstermek ister,yerinden hızla bir adam atar , koca kanatlarını ihtişamla açmak ister ama bu hareketin devamı gelmez derin bir yorgunluk ve yılgınlıkla yeniden yuvasına dönerdi. Tutkulu ruhların çoğunda olduğu gibi, hayattaki süresinin tükendiği an gelmişti. Hasta ve yorgun düşmenin tatsızlığı, yaşlanmanın getirdiği azap ve ölümün yok olmanın dehşetini tüm ruhunda hissediyordu. Yaşamak mı ölmek mi ? Ölmenin yok olmanın sonsuzluğu mu? yaşamanın yeniden doğuşun acılı sancılı sürecimi? Karar vermeliydi . Kaldırdı kafasını sonsuzluğun ötelerini görmek için gözlerini kıstı, çok uzun denmeyecek bir zaman diliminde öylece boş gözlerle uzakları daha uzakları gözetledi. Aniden gözlerini kapadı. Nerden geldiği belli olmayan bir ilhamla belki de bir fısıltıyla, başını hızla yukarı kaldırıp gagasını hızla taşlara çalmaya başladı. Her vuruş ona daha büyük acı yaşatıyor ve acının şiddeti durmadan beyninde yankılanıyordu. O durmadan aralıksız vuruyordu ,bir,bir daha ve son darbe uzayan işe yaramayan gagasının kopmasını sağladı. Olduğu yerde titriyordu. Acısını hissetmemeye çalışıyor ama titreyişine engel olamıyordu. Günlerce öylece bekledi, gagasının acısı geçeli bir iki gün olmuştu, başını yerden kaldıramıyordu .Bedeni beslenemediği için zayıf düşmüştü. O an göklerden gelen bereket imdadına yetişmişti ,tüylerinin arasından süzülen bir kaç damla su içerek kendine gelmeye çalıştı. Yeniden çıkmaya başlayan gagasını hissedince içinde bir umut yeşerdi. Gagası her büyüdüğünde o umut daha da büyüyor yeniden doğuşun mutluluğunu küçükte olsa içinde hissediyordu. Gözlerini yeni bir sabaha açtığında, gagasının gençliği ve tazeliği ona büyük bir güç verdi. Artık zaman gelmişti. Başını aşağılara çevirdiğinde o uzun ,sertleşmiş pençeler yok edilmesi geçmişe gömülmesi gerek düşman gibi göründü, öfkelendiğini hissetti; düşman yok edilmeliydi . Bu kartlaşmış pençeler onun bedenine, içinde yeniden yeşermeye başlayan gençlik ateşine ait değildi. Güçlü gagasıyla pençelerine yöneldi . İlk seferki gibi acı hissetmiyor,o acıyla baş edebileceğine inanıyordu. Teker teker çürük bir tahtadan çivi çeker gibi tırnaklarını sökmeye başladı . Yerinden çıkan her tırnak parçası geçmişe gömülmesi gereken anılardan başka bişe değildi . Pençelerinin yerini kanlı et parçasına bırakmıştı. Dur durak bilmeden tüylerine başını çevirdi teker teker hepsini yolmaya başladı. Her kopan tüy geride kalanları unutmasını onu bekleyen gençliğe kavuşmasını hızlandırıyordu . Son tüy koptuğu an kendisini hafifçe yere bıraktı. Artık yeniden doğuş sürecini bekleyebilirdi. Sabırla geçecek bir kaç zaman hepsi bu. Geceleri ay ışığında, yüksek uçurumlar üstünde derin boşluğu izlerken kendini buluyordu. O uçurumdan aşağı süzülürken kendini hayal ediyordu. Böcekleri yiyerek besleniyor, büyük güçlü avların hayalini kuruyordu. Ve derken o muhteşem sabaha uyandı .Geçmiş denilen zalim karanlık geride bırakılmıştı. O yeniden doğmuş, geçliğin verdiği bütün gücü tüm organlarında hissediyordu. Usulca ayağa kalktı bir iki adım attı ve o muhteşem kanatları hızla açtı, Keskin bakışları korkusuzluk ve özgüven doluydu.Uçurumun kenarına geldi ve hızla kendini derin boşluğa bıraktı . O artık yeniden doğmuştu. İnsanoğlu da baba kartal gibi yeniden doğabilir. yaşanan her ne kadar büyük acı veya büyük bir değişiklik olursa olsun kişinin ayakta kalmak için her zaman gücü ve kudreti vardır. Bunun ilk şartı da geçmişin öfkesini, nefretini ve kinini silmekle başlar.Silmek unutmak demek değildir. çünkü insanı "o insan" yapanda onun karakterine yön verende yaşadıkları. gördükleri ve çektikleridir. DEĞİŞİME UĞRAYAN KARTALIN GERÇEK HİKAYESİNDEN ESİNLENEREK YAZILMIŞTIR. Turgay Adlım

Gülmek Ayıbı





Dalıp dalıp gitmemi merak etmissiniz. Hatta hayattan tat almayı bilmez bir divane diyormussunuz kulağıma rastladı sözcükleriniz bir köşe başında. Haklısınız divaneyim, deliyim, avareyim...
Evet hayattan tat almasını bilmezim. Bu sıfatların hiç birisi beni üzmüyor hatta buse olup konuyor yüreğimin ortasına.
Neden mi?
İlk okul çağlarımda doğup büyüdüğüm mahalleden taşınmak zorunda kaldık. İlk okula giderken nede çabuk büyüdün demeyin sakın ha derya Necip Fazıl Kısakürek "Zamanla insanlar değil armutlar olgunlaşır." Konu benim yaşım felan değil zaten. Yeni taşındığımız mahalleye göre eski ,eski ama gerçek mahallem tabiri caizse varoş... Yeni mahallemi tanımak nerede ne var göz aşınalığım olsun en azından boş boş oturmayayım da kafam dağılsın diye geziniyorum boş sokaklarda. Sokaklar boş değil aslında hatta gerçek mahlleme göre insan sayısı çok daha fazla ama dedimya insan(!) sayısı fazla ama sokaklar boş. İşlek iki caddeyi birbirine bağlayan ara sokaklardan birinde yürüyorum. Koca koca binalar afilli arablar arasından geçiyorum. Yorulmuş olamlıyım ki yada can sıkıntısı işte nedense o koca koca binaların birinin bahçe duvarına oturdum. Boş gözlerle etrafımı seyrediyorum. Gözlerimden damla damla yaş süzülüp önce yanaklarımı ıslatıyor sonra dizlerime damlıyor. Kimsecikler görmesin diye utana sıkıla siliyorum göz yaşlarımı malum erkek adam ağlamaz(!). Tam bu sırada sokağın karşısındaki binanın kapısında tekerlekli sandalyede bir abi görundü hemen arkasında da bir abla. Abinin felçli olduğunu tahmin ediyorum bir akrabamızda felçliydi o da tıpkı bu abi gibi buz gibi bakardı dünyaya. Ablanında yüzü asık bakısları hüzünlü. Benim onları seyrettiğimden habersiz binanın bahçesine geçtiler. Abla eğilip abiye birşeyler anattı sonra hızlı bir şekilde binaya doğru yöneldi. Bir iki dakika geçmeden elinde bir sandalye ve bir kitapla geri döndü. Sandalyesini abin sandalyesinin yanına , abinin yüzünü görebilecek bir açıyla yerleştirip oturdu. Kitabı açtı ve okumaya başladı. Dudaklarının kıpırdadığına bakılırsa sesli okuyor olmalıydı. Sayfalar değişiyor ve her değişen sayfada o donuk donuk bakan gözler, hüzünlü simalar canlanıyordu. Onlar orada olduğu sürece izleyecektim onları kafaya koymuştum. Hava serinlemeye başlamıştı. Abla bir koşu içeriye girdi tekrar. Bir iki dakika geçmeden geri geldi elinde bir battaniye ile. Sandalyesini abinin sandalyesine tamamen yasladı ve battaniyeyi omuzlarina örttü öylece oturdular bir süre. Ablada şunu fark ettim abinin gözlerine bakarken,ona dokunurken,onun için birşeyler yaparken yüzü gülüyor, yüzünü göremediği kısa sürelerde yüzü asılıyordu. Sonra bahçeye geldikleri gibi abla önce abiyi binaya götürdü sonra eşyaları. Okuldan fırsat buldukça o sokakta o binanın önünden geçiyorum ve her geçişimde o ikiliyi benzer şekilde görüyorum. Yıllarca böyle devam etti. Öncesini bilmiyorum ama ben 15 sene o sokaktan her geçtiğimde benzer şekillerde gördüm ikisini. Yaşları ilerlemişti özellike abla çok yıpranmış ve sandaleyeyi ilerletmekte zorluk çekmeye başlamıştı. Son zamanlarda bu yüzden olsa gerek bahçeye eskisi kadar çok çıkmıyorlar onun yerine yağmurlu ve soğuk günlerde yaptıkları gibi odanın penceresinin kenarında oturup sokağa bakıyorlar ve öyle zaman geçiriyorlardı.
Bahar günlerinden birinde yine o sokaktan geçerken ablayı sandalye ile savaş ederken gördüm. Savaş diyorum çünkü abla tüm gücü ile sandalyeyi ilerletmeye çalışırken o inat etmiş ilerlememek için direniyordu. Hemen koştum yardım etmeye çalıştım abla utana sıkıla kabul etti yardımımı. Abiyi evin kapısında bıraktım tam dönerken ablanın gözlerine çarptı gözlerim bir kaç damla onur birikmişti göz kapaklarında, birazda mahçupluk. Galiba abiye yetememe ihtiyacıniı karşılayamama hüznüydü bu. Bir kaç sefer daha karşılaştık abla ile benzer koşullarda. Utana sıkıla yardım isteğimi kabul ediyordu. Bir gün çay ikram etti. Abi ben ve abla bahçede oturduk 3 bardak çay getirdi abla. Abinin çayı soğuk. Çay kaşığı ile damla damla içiriyor abla abinin çayını. (Abinin içtiği her damla çay huzur olup çağlıyordu ablada.) Bir taraftanda anlatıyor yaşadıklarını abinin nasıl bu hale geldiğini.Anlattıkça göz pınarları çağlıyor. Abla engellemeye çalışıyor ama pınarlar durmuyor. O günden birkaç gün sonra şehir dışında üniversite kazandım ve şehirden ayrıldım. Önce okul sonra o mahalleden tekrar taşınmamız iş felan derken uzun süre o sokağa yolum düşmedi. Geçenlerde o sokaktan geçtim. O evin önünde gayri ihtiyari durakladım, abi pencerenin kenarinda oturmakta ablam dağ gibi yanı başında yine. Tanıdıkları içinmi yoksa göz göze geldiğimizden mi bilmem abla baş işaretiyle selamladı beni bende karşılık verip ağır adımlarla yoluma devam ettim.

KaraÇocuk